Emekçi hareket partisi Genel Başkanı Hakan Öztürk sorularımızı cevapladı:

"Halk hiçbir şekilde bir mülk edinemiyor, Mülk edinmeyi bırakalım normal bir şekilde beslenemiyor."

Soru: Sizce Emek ve Özgürlük İttifakı hedeflediği oy oranına ulaşabildi mi?


Hakan Öztürk: Elbette hedeflediklerimize ulaştığımız söylenemez. Ancak tek kelimeyle “ulaşamadık” deyip geriye çekilecek bir halimiz de olamaz. Bu durumun sebepleri, sonuçları, bizim ve toplumun durumu; bunların hepsi konuşuluyor, tartışılıyor. Buralardan çıkarılan dersler elbette başka kapıları açacaktır. 


Genel olarak bu durumun sebepleriyle ilgili şunu diyebiliriz: İnsanlar alışkanlıklarına, kimliklerine, kanaatlerine, “sadakatlerine” çok bağlı hareket ediyorlar. Onun dışındaki konuları ikinci planda ele aldıklarını görüyoruz. Ülkede son süreçte ortaya çıkan ekonomik, siyasi veya dış ilişkiler kapsamındaki tabloyu birinci planda hesaba katmayabiliyorlar. Birincisi, bunu akılda tutmakta fayda var.


Bir de şunu gördük; ekonomik koşulların kötüye gidişinin, Türkiye’deki demokrasi düzeyinin çok aşağılara düşüyor oluşunu yeterli şekilde anlatmadık, gerekli teknikleri kullanmadık. Bütün bu seçim sürecinden “Kulaklarda bir şey kaldı mı?” desek; muhalefet cenahından da baksak, daha radikal devrimci yaklaşımların açısından da baksak, kulaklarda kalan pek bir şey yoktu. Biz de kendi varlığımızı ortaya koyuyormuş gibiydik. “Sol, sosyalist isek böyleyiz; başka bir aidiyet söz konusuysa buyuz” gibi bir yaklaşım vardı. Bu bizim önümüzü, güncel meseleleri konuşmamızın önünü kapatıyor. Bu açıdan biz güncel meseleleri daha fazla konuşuyor olmalıydık.



Soru: Kendisini AKP iktidarına muhalif olarak tanımlayan, ancak Millet İttifakı'nı tercih eden milyonlarca yurttaş var, bunların arasında kendi tabirleriyle "zorundalıktan" dolayı da destekleyen yurttaş sayısı da çok. Sizce, Millet İttifakı'nda umduğunu bulamayan bu insanlar niye Emekçi Hareket Partisi'ni veya Emek ve Özgürlük İttifakı'nı tercih etmeli?


Hakan Öztürk: Türkiye’de sol sürekli olarak toplumun, farklı kimliklerden emekçi kesimlerin neden kendisini temsil etmediğine isyan eder vaziyette oluyor. Ancak bu sorulara doğru yanıtlar vermek için öncelikle bu “zorundalıktan” destek ilişkisinin nedenlerini ortaya koymak gerekir. Bu ilişkinin oluşumundaki kendi payımızı da ortaya koymamız gerekir. Çünkü bizim sol olarak ya da demokrasi mücadelesi verenler olarak sadece varlığımız halktan beklediğimiz desteği almamız için yeterli olmuyor.

Toplumların nasıl yaşayacaklarına ilişkin karar almaları için bütünlüklü fikirlere ihtiyaçları vardır. Bu seçimlerde halk neyle karşı karşıyaydı? Her türlü kirli ilişkiye batmış, karanlık ve tehlikeli bir tek adam rejimiyle. Halk rejimin karşısında en çok kimleri gördü? Bize göre ülkemizin gerçekliğine göre son derece yetersiz de olsa, bütünlüklü bir politik yaklaşımı ortaya koyan Millet İttifakı’nı. Doğal olarak da halkın AKP’den memnun olmayan kesimleri “zorundalıktan” burayı destekledi.

Fakat bu zorundalık ilişkisinin bir parçası da soldur elbette. Türkiye solunun kurduğu hiçbir ittifak ve aldığı hiçbir seçim tutumu bütünsel bir politik programı halkın önüne koymaya yönelik olamadı. Neden? Emek ve Özgürlük İttifakı özelinde konuşacak olursak ülkemizin mülkiyet sorunu ve Kürt sorunu gibi temel sorunlarına ilişkin söylememiz gereken sözü söyleyemedik. Belirgin formüller ortaya koyarak, alternatif bir ülke kurgusunu ortaya koymadık.

Sol, seçimlerdeki olumsuz tabloyu bu nesnel koşulları temel alarak değerlendirmeli. Ancak böyle yaparsak ülke sathında milyonları etkileyecek politik bir programı ileri sürebiliriz. Bu programın mücadelesiyle birlikte emekçi halkımızla örgütlenebiliriz. Biz EHP olarak bundan sonraki süreçlerde bu yaklaşım çerçevesinde çalışmalarımıza hız kesmeden devam edeceğiz.


Soru: Son zamanlarda özellikle ana muhalefet cephesinde sürekli "değişim" gündemde. Tabi CHP, İYİP vb. partilerin sosyalist olmasını bekleyemeyiz ama, sizce ana muhalefet cephesinde gerçek anlamda bir değişim olacaksa bu ne çapta ve nasıl olmalıdır?




Hakan Öztürk: Seçimlerden sonra herkes için böyle tartışmaların yapılmasını olağan görmeliyiz. Elbette ortada büyük bir iddia vardı ve bu gerçekleşmedi. Ancak bu konuları gözlemlerken şunu görmeliyiz, sadece kişiler üzerinden yapılan bu tür tartışmaların temel değişikliklere yol açması çok zor olacaktır. Şu ana kadar yapılan tartışmaların sığ bir seviyede, ayrıca manipülasyonlara da tamamen açık şekilde yürütüldüğünü görmek gerekiyor. CHP’nin kendi parti üyelerinin bu meselelere ne kadar dahil olabildiği bile tartışmalı. Böyle bir sürecin sonunda isimler elbette değişebilir, ancak politik konumların temelli değişimleri zor gözüküyor. 



Soru: Son açıklanan bir veri, IMF analistlerine göre günümüzde artan enflasyonun en büyük nedeninin artık maaş zamları değil, şirket kârları olduğunu ortaya koydu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?



Yıllardır ücret zammı isteyen işçi emekçiye karşı tekrarlanan bir argüman var: Aman zam yapılmasın yoksa enflasyon yükselir. IMF’nin bile kabul edip açıklamak zorunda kaldığı bu veri bunun somut olarak yanlışlığını anlatıyor. 


Bu durum zaten başka verilerle de ortaya koyuluyordu. Ücretler üretim maliyetlerinin gittikçe düşen bir yüzdesini oluşturuyor. Kar artışı reel ücretleri arttırmıyor. Verimlilik artışı reel ücretleri arttırmıyor. Yani işçi sınıfına düşen pay liberal ekonomistlerin savunduğu şekillerde asla düzelmiyor. 


Ki hadi diyelim bir düzeyde ücret artışları enflasyonu da arttırıyor. İşçi sınıfına hangi yüzle ‘Siz açlık sınırının altında ücret alın, yoksa enflasyon artar, sistem krize girer’ denilebilir? Sizin sisteminiz işçi sınıfının açlık sınırının altında yaşamasıyla dönecekse hiç dönmemesi, parçalanıp değiştirilmesi daha iyidir.

Soru: Mehmet Şimşek, bazı liberal çevrelerin iddia ettiği gibi "Ekonominin kurtarıcısı" mı?


Mehmet Şimşek ile birlikte daha güncel olarak Merkez Bankası’na yapılan bazı atamaların muhalif taraflarda bile sevinçle karşılanabildiğini görüyoruz. Bu yaklaşım liberal ekonominin argümanlarına tamamen teslim olmaktan ileri geliyor. Buna bir kez teslim olunduktan sonra ekonomik tartışmalar da sadece Merkez Bankası başkanı bağımsız mı değil mi sorusuna düğümleniyor. Bütün dünyada ve Türkiye'deki ekonomik sorunun muazzam açıklaması bu. Biz zaten AKP'li iktisatçılardan da buna benzer bir saçmalık dinliyoruz. Aslına bakarsanız sosyal demokrat olduğunu ileri süren veya muhalif olduğunu ileri sürenlerden de bunu dinliyoruz. CHP'lilerin böyle konuları tartıştıkları, ekonomistleri, akademisyenleri davet ettikleri bir toplantı vardı. Orada hiçbir sorun deşmediler ki. Onlar da ekonomik sorunların Merkez Bankası Başkanı'nın sadece bağımsız olmasıyla düzelebileceğini söylediler. Sorun sadece Merkez Bankası'nı bağımsız hale getirmekle ilgili değil.


Bu nedenle elbette Mehmet Şimşek de ‘Ekonominin kurtarıcısı’ olmayacak. En fazla büyük sorunları en fazla yerel seçimlere kadar erteleyecek kişi olabilir.


Liberal ekonomik anlayış emekçilere ancak şu soruyu soruyor: Kırk katır mı istersin, kırk satır mı? Güncel ekonomik tartışmaları bu sıkışmışlıktan çıkaracak müdahaleleri yapabilmemiz lazım.


Halk hiçbir şekilde bir mülk edinemiyor. Mülk edinmeyi bırakalım normal bir şekilde beslenemiyor. Kendisinin bugüne kadar edinmiş olduğu kamu mülkiyeti imkanları da birer birer alay edercesine elinden alıyor. Okulunun elinden alınması, parkının elinden alınması bu anlama gelir. Boş bir arazinin elinden alınması bu anlama gelir. Hastanenin elinden alınması bu anlama gelir. Halkın şehrin merkezinde bulunan hastanesinin bir değer kazanmış olmasını bile halka bırakmıyor sermaye sınıfı. Onu bile elinden almak için yirmi tane kumpas yapıyor. Kamu mülkiyeti kalmadığında ücretsiz kamu hizmeti de verilemeyeceğini anlatmalıyız.


Soru: Sizce sol, "düzensiz göç" konusunda kendini yeterince ifade edebiliyor mu? Bazı çevreler bu konunun, aşırı sağcı popülist çevrelere kaptırıldığını ve bunun sonucunda ise ırkçılığa kadar gittiğini dile getiriyor, bunun nedeninin sol ve sosyalist çevrelerin bu konuya yeteri kadar değinmediği veya yeterince açık ifade edemediği için olduğunu düşünüyor. Örneğin Taliban yönetimindeki Afganistan'dan buraya düzensiz bir göç, tabiki de aşırı sağcı veya sağ popülist siyasetçilerin iştahını kabartıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Sol gerçekten bu konuda kendini yeterince ifade edebiliyor mu?



Hakan Öztürk: Göçmenler konusu tüm dünyada sağın üzerine eğildiği ve buradan güç devşirmeye çalıştığı bir mesele. Bu nedenle meselenin kolayca bir çözümü olmayabileceğini görmeliyiz. Türkiye için Avrupa Birliği ile yapılan geri kabul anlaşması iktidara dış politikada açık bir alan sağlıyor. Ayrıca siyasi iktidarın belli yerlerdeki göçmenleri kendi nüfus politikalarına alet etme ihtimali de her zaman masada.


Ancak bunları da göz önünde bulundurarak, hem göçlerin asıl sebebinin emperyalist politikalar olduğu, hem de göçmenlerin düşmanlar olarak görülmemesi gerektiği kesin şekilde anlatılabilmeli. Göçmenlerin geçici statülerde, hakları verilmeden, sürekli gönderilme tehlikesiyle yaşamaları bu ülkenin işçi sınıfının faydasına değil. Bu geçici konum iktidar kendi pazarlıkları ve hedefleri için kullanabiliyor. Göçmenlerin hiçbir hakları olmadan sömürüldükleri, bu ülkenin sermayesinin onların bu durumundan ne kadar memnun oldukları da reddedilemez bir gerçek. Sağ siyasetçiler hep bu durumun sürmesinden yana olacaklardır.