RÖPORTAJ | ERKİN ÖNCAN

"Sputnik Türkiye yönetimi açısından malesef pazarlık masasına dönmeye dair bir işaret yok"

"Ne zaman ABD’de iktidar değişir, Trump döneminin ‘America First’ anlayışı geri gelir"

"Afrika halkları ve Afrika ülkeleri, çok basit bir şekilde, diğer ülkeler gibi çıkarları neyse ona göre hareket ediyorlar."

Gazeteci Erkin Öncan ile dünya gündemi ve devam eden Sputnik grevini konuştuk.

Keyifli okumalar diler, Öncan'a teşekkür ederiz.

Öncelikle devam eden Sputnik greviyle ilgili soru sormak istiyorum, direniş sürüyor, biliyorsunuz artık 40. gün de geri kaldı. Herhangi bir olumlu bir gelişme yaşanıyor mu, yoksa bir tıkanıklık söz konusu mu?


Öncan: Sputnik Türkiye yönetimi açısından malesef pazarlık masasına dönmeye dair bir işaret yok, belli ki buna niyetleri de yok. Bu açıdan bir tıkanıklık olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, bu tıkanıklığın olumlu tarafı, gazeteciliğin örgütlülüğünün önemini göstermesi oldu diye düşünüyorum.

Sputnik, dünya çapında haksız medya sansürüne maruz kalırken, en büyük servislerinden biri olan Türkiye’deki prestijine büyük ölçüde zarar verecek adımlar atmayı seçti. Bir yandan yasal süreç devam ediyor, yasal açıdan elbette ki sendika üyeleri avantajlı durumda. Attıkları yasa dışı adımların neye yol açtığını önümüzdeki süreçte görecekler. Bütün bunların yaşanması üzücü elbet, ancak bunu biz istemedik…


| DIŞ POLİTİKA |


Soru: Ukrayna-Rusya savaşı devam ediyor, Batı, ABD, Avrupa, Zelenski'ye tonla finansal destek sağlamaya devam etse de son zamanlarda tabiri caizse "mırıldanmalar" duyulmaya başladı Batı dünyasından bu verilen paralarla ilgili. Sizce bu yardımlar gittikçe azalacak veya bitecek mi yakın süreçte?



Öncan: Batı’nın Ukrayna’ya yaptığı yardımları genelde savaş sürecinden başlatıyoruz, gerçi bu haliyle bile Batı ülkeleri için büyük bir yük oluşturdu ancak Batı’nın Ukrayna’ya ‘yardımları’ Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra başlamıştı zaten. Yaklaşık 30 yıllık süreçte, Ukrayna Kolektif Batı’nın istediği yönde bir kukla devlet olacak şekilde yönlendirildi, tüm yardımlar ve müdahaleler bunun için yapıldı. 2014’teki Maydan darbesine giden süreç de bunun en çarpıcı örneğidir. Ancak, savaşla birlikte miktarı birden bire oldukça yüksek bir şekilde artan Batı yardımları, sahada hiçbir şekilde karşılık bulamadı. Ancak yardımlar gönderilmeye de devam ediyor.

Hem Avrupa’da, hem de ABD’de bu yardımlara karşı muhalif sesler yükselmeye başladı, ancak bu muhalif sesler, aynı zamanda o ülkelerin siyasi taraflaşmasıyla da paralel bir şekilde yükseldiği için, yardımların kısa vadede kesilmesi ya da sonlanmasını beklemek bence pek mümkün değil. Mesela, ABD’de yardımlara karşı çıkanlar, yardımları eleştirenler çoğunlukla Biden muhalifleri. Bu da, konuyu aynı zamanda ABD içi bir tartışma konusu haline getiriyor. Ülkeyi yokuş aşağı hızla giden ve frenleri tutmayan bir kamyona çeviren Biden yönetiminin ise gaza basmaktan başka çaresi yok. Bu nedenle, ABD’de iktidar değişmediği sürece Ukrayna yardımlarında kayda değer bir değişme göreceğimizi zannetmiyorum. Ancak burada, ABD-AB arası fikir ayrılıklarının daha da keskinleştiği bir süreç de başlayabilir. Biliyorsunuz, başta Ukrayna’ya komşu olan ülkeler olmak üzere, Avrupa hem silah yardımlarının, hem Rusya karşıtı yaptırımların, hem de Ukrayna tahılının ülkelerin iç pazarlarına verdiği zararın yarattığı yükle ve doğalında toplumsal huzursuzlukla boğuşuyor. ABD ise, müttefiki AB’yi Ukrayna’ya yönelik yardımlar konusunda ‘yüreklendirmeye’ devam ediyor. Dolayısıyla bunun öncelikli olarak ABD’den kaynaklı bir rotada ilerleyeceğini düşünüyorum. Yani, ne zaman ABD’de iktidar değişir, Trump döneminin ‘America First’ anlayışı geri gelir, Ukrayna’ya yönelik yardımlar konusunda Biden yönetimi günah keçisi ilan edilir ve yardımlar kesilir, ondan sonra Avrupa ülkeleri de ABD’yi aynı rotada takip etmeye başlar. Ukrayna’da Maydan darbesi yaşandığında yıl 2014’tü ve iktidarda Demokratlar vardı. Daha sonra Trump iktidara geldi, Ukrayna gündemin aşağı sıralarına indi ve ne zaman Demokratlar yeniden iktidara geldi, Ukrayna meselesi kaldığı yerden büyümeye devam etti. Dolayısıyla, her şeyin üstünde bu denklemin belirleyiciliği olduğunu düşünüyorum. Gerçi, Trump yönetiminde de Asya Pasifik bölgesinde daha büyük krizler göreceğiz, ancak o başka bir tartışma…




Soru: Erdoğan'ın Batı'ya "yaklaşmasının", Azov savaşçıların salıverilmesinin Rusya'da bir ihanet veya şok etkisi yarattığına inanıyor musunuz? Yoksa Rusya, Türkiye'nin bir NATO ülkesi olduğunu zaten unutmadan mı hareket ediyordu?



Öncan: Erdoğan’ın neo-Nazileri anlaşmaya aykırı bir şekilde Ukrayna’ya göndermesi elbette tepki çekti. Ancak ben bunun Rusya’da bir şok etkisi yarattığını düşünmüyorum. Rusya, ikili ilişkiler düzleminde Türkiye’nin sınırlarının ve kapasitesinin farkında, buna göre hareket ediyor. Öte yandan, Erdoğan yönetimini ise ‘dengecilikten’ ziyade, ‘aynı anda birden fazla sandalyeye oturmaya çalışan bir siyasi iktidar’ olarak değerlendiriyorlar. Kısacası, bu elbette bir şok etkisi yaratmadı, ancak unutulmayacaktır da.



Soru: Rusya ve Ermenistan ilişkileri, Paşinyan döneminin aksine güçlü ve karşılıklı güvene dayalı olsaydı, Karabağ'da nasıl bir senaryo izlerdik, durum ne kadar farklı olurdu?



Öncan: Rusya ve Ermenistan ilişkileri, Paşinyan yönetiminin ülkeyi soktuğu rota olmasaydı elbette daha güçlü olacaktı. Yalnızca Rusya değil, İran da Ermenistan’a verdiği destek açısından bugünkünden daha cesur olabilirdi. Zira Azerbaycan da bölge ülkeleriyle iyi ilişkilere sahip olamya dikkat eden bir yönetime sahip olsa da, günün sonunda bölgede Rusya ve İran için en büyük tehlike olan İsrail’in varlığına kapı aralayan bir tutuma sahip. Kafkaslarda Azerbaycan demek, artık İsrail demek.

Rus tarafı, bence bu iki olguyu da düşünerek hareket ediyor. Elbette net ve kalın çizgilerle ve hiçbir değişken olmaksızın şekillenmiyor ancak aşağı yukarı şöyle bir durum var: Tarihsel problemlere sahip iki ülke, bunlardan biri ABD’ye, diğeri İsrail’e kapı aralıyor. Dolayısıyla, Rusya’nın bu noktada hem Ermenistan’ın ‘iyi bir ders almasına’, hem de Azerbaycan zaferlerinin ‘kendi hamiliğinde sınırlı kalmasına’ dikkat ediyor. 


Karabağ’da bu savaş illa ki yaşanacaktı. Taraflar arasında tarihsel anlaşmazlıklar bulunan her eski Sovyet coğrafyası gibi Karabağ’da da silahlar konuşacaktı. Gerçi orada silahlar hiç susmadı, ancak daha büyük ölçekli çatışmalardan, savaştan bahsediyorum. Ancak, renkli devrimle iktidara gelen Paşinyan yönetimi, ülkeyi son birkaç yıllık rotasına sokmasaydı, işler Azerbaycan için en azından ‘bu kadar kolay olmazdı’ diyebiliriz.  

Soru: Afrika'da anti-emperyalist bilinç dalgasında bir patlama var, bunun arka planında sizce ne bulunuyor? Çin'in, veya Rusya'nın buradaki rolü -varsa- nedir?


Öncan: Afrika’daki anti emperyalist ve sömürgecilik karşıtı damar, öncelikle Afrika’nın toplumsal hafızasından, Afrika halklarına yüzyıllar boyunca dayatılan kölelik koşullarından kaynaklanıyor. Afrika, beyaz insanın kendisine yaşattıklarının farkında, hep farkındaydı. 


Öte yandan, Afrika ülkelerinin Çin ve Rusya’ya yakınlaşmasını ise yeni çok kutuplu dünya ekseninde ele almak gerekiyor diye düşünüyorum. Afrika ülkeleri için düşünelim. Batı, Afrika’ya kölelik, kukla hükümetler, sömürü, doğal kaynaklarının yağmalanması ve son yıllarda radikal İslamcı terör dışında hiçbir şey vermedi. Diğer yandan ise, Afrikalıların çıkarına çok daha uygun olan ticari ve siyasi fırsatlar barındıran Çin ve Rusya var. 


Elbette, Çin ve Rusya’nın emperyalist ülkeler olduklarını düşünmesem de, bu iki ülkenin Afrika’daki faaliyetleri derinlemesine incelenebilir, eleştirilebilir. Ancak, bu iki ülkenin, Batı’nın Afrika’da yürüttüğü uzun süreli sömürü düzeninin bir çeşit devamını planladıklarına ilişkin bazı tezler var. Çin’in ‘borç tuzağı’, Rusya’nın ‘siyasi operasyonları’ gibi söylemler vs…Ancak, bütün bunlar, Kolektif Batı’nın Afrika’ya asırlık zulmü hiç ortada yokmuş gibi konuşulması siyasi bir tercihtir. Aynı şekilde, Çin ve Rusya’nın Afrika ülkelerini neredeyse ‘kandırdıklarını’ iddia etmeye varan tezler de yine Afrikalıları asla gerçek bir politik özne olarak görmeyen üstünlükçü zihniyetin bir ürünüdür. 


Afrika halkları ve Afrika ülkeleri, çok basit bir şekilde, çıkarları neyse ona göre hareket ediyorlar, diğer tüm ülkeler gibi. Ve bu çıkar arayışı, en başta söylediğim o sömürgeci karşıtı ideolojik zemin üzerinde şekilleniyor. Bugün Afrika’da yaşananlar, kıtanın yüzlece yıllık hikayesinin bir doğal sonucu. Yalnızca Fransa da değil, bütün Batılı sömürgeci güçler kıtayı bir bir terk etmek zorunda kalacaklar, çünkü Afrika’nın artık alternatifi var.

Soru: Biliyorsunuz ki Deyrizor'daki bazı Arap aşiretleri bölgede SDG/YPG'ye karşı bir ayaklanma başlattı. SDG/YPG, bu kalkışmadan Suriye hükumetini ve İran güçlerini sorumlu tutuyor yaptığı açıklamalarda. Keza Suriye Dışişleri Bakanı birkaç hafta önce isim vermeden de olsa bu ayaklanmaları desteklediklerini dile getirdi. Bölgedeki durum hakkında görüşleriniz ve bize aktarabilecekleriniz nedir tam olarak? Ve sizce Suriye'deki savaş silah yoluyla mı sona erecek, yoksa bu krizin, savaşın masada çözülme ihtimali bulunuyor mu?


Öncan: Suriye konusunda artık tartışmaya kapalı olan bazı olgular var. Bu olguların en büyüğü ise, Beşar Esad önderliğindeki BAAS hükümetinin bütün emperyalist saldırılara rağmen yıkılmamış olması ve Suriye’nin tek meşru gücü olma pozisyonunu koruması. Şu anda Suriye’deki en büyük gerçeklik bu. Bu gerçeklik kendisini sahada kanıtladı, siyasi arenada da kabul görmeye başladı. Dolayısıyla, bu evreden itibaren Suriye’de savaşın bitmesinin tek bir yolu var. O da, Suriye’de, Suriye hükümetinin yasal daveti dışında bulunan bütün askeri güçlerin çekilmesi ve bölgedeki silahlı güçlerin tasfiyesi. Bunun sağlanmadığı, ya da bunun hedeflenmediği hiçbir planın artık Suriye’de geçerliliği yok. IŞİD’in kurduğu ‘devlet’ çoktan yıkıldı, diğer radikal İslamcı terör çeteleri büyük oranda çözüldü, çözülmesi gereken bir İdlib düğümü var, ABD destekli YPG ise kaderini ABD yardımlarına bağlamaya hala istekli, Türkiye destekli ÖSO (yeni adıyla SMO) da aynı şekilde Türkiye’nin bölgedeki askeri varlığı oranında varlık gösterebiliyor. Tam da bu yüzden, Suriye hükümetinin hem ABD, hem de Türkiye konusunda talepleri çok net. Suriye’de hükümete karşı savaşan vekil güçler, bugüne kadar bu savaşı dışarıdan gelen para ve silah yardımlarıyla sürdürdü. Ancak gelinen noktada, o vekil güçlerin varlıklarını sürdürebilmesi için bizzat kendilerine yardım eden güçlerin de sahada bulunmasına ihtiyaç duyuyor. Bu yüzden, Suriye’de en genel ifadeyle ‘sükunetin’ sağlanması için, bölgedeki sıcak çatışmaları devam ettiren vekil güçlerin ve onların destekçilerinin askeri varlığının sonlanması gerekiyor. Ancak, tersinden baktığımızda, ABD’yi ve Türkiye’yi ele alırsak, hem ABD’nin, hem de Türkiye’nin bölgedeki askeri varlıkları, bu iki ülkenin en önemli iç siyasi başlıklarından biri.

Örneğin Türkiye, bölgede terörle mücadele amacıyla askeri güç bulundurduğunu söylüyor. Sahada da ağırlıklı olarak YPG ile savaşıyor. Bütün bunlar aynı anda Türkiye kamuoyuna bir çeşit yeni Osmanlıcılık ideolojisi zemininde, adeta bir ‘fetih ruhuyla’ aktarılıyor. Dolayısıyla, Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığı, hükümet açısından iç siyasette kullanılan bir kart aynı zamanda.

Özetle, Suriye’ye yönelik emperyalist saldırganlığın başarısız olduğu zaten ortada. Türkiye başta olmak üzere, bölgede Suriye’nin isteği dışında askeri güç bulunduran ülke ve örgütlerin ise, Suriye ile ‘normalleşmekten’ başka çaresi yok. Bu sağlanmadığı sürece, Suriye’de kriz devam edecek.